27 Aralık 2008 Cumartesi

Issiz Salonlar I


Ilk olarak cocukluk yaslarimizda, TRT’nin genellikle Pazar gunleri verdigi spor temali Amerikan filmlerinde tanistigimiz futbol harici sporlara, memleketimizde “Amator Branslar” deniyor, malum oldugu uzere. Her ne kadar bu sporlardan basketbol ve gorece voleybol, oyuncu maliyetleri acisindan bakildiginda amatorlukten cikmis olsa da belli muesseseler disinda, spor kuluplerini de kapsayan hemen tum diger takimlar ve bu sporlarin seyircileri / taraftarlari (yazinin geri kalan kisminda taraftar olarak anilacaktir) “tamamen” amatordur, Turkiye’de.

“Amator Taraftar” kavrami zayif bir oksimoron ya da dupeduz sacmalik gibi gelebilir kulaga. Zira bu iki unsurun spordaki yeri; hobi ya da tutku temelinde oldugu icin, profesyonelligin gerekleri olan “Ehil olmak” ve/veya “Yaptigi isten bir gelir elde etmek” gibi durumlar, gecerli degildir. Ancak burada “taraftar”a atfedilen amatorluk de boyle bir sey degil. Bunu acmadan once isin kulupler ayagina bir bakalim ve salonlarda taraftarsizligin ana nedenlerinden birisini gorelim.

Brans olayini fazla dallandirip budaklandiracak degiliz. Bayan/Erkek Basketbol ve Bayan/Erkek Voleybol birinci ligleri bize yeterli doneleri saglayacak zaten. Bu dort lige baktigimizda gordugumuz tablo cok aci. Zira elli bir takimin yalnizca on bes tanesi spor kulubu. Bu on bes tane spor kulubunu takim takim ayirdigimizda karsilastigimiz tablonun ozeti, vahameti arttiriyor. Fenerbahce, Galatasaray ve Besiktas, bu liglerin hepsinde var ve onlarin disinda kalan kulup sayisi sadece uc (Erdemir, Karsiyaka ve Samsun). Kulupculuk ruhuna sagindan solundan bulasmis olan okullari da isin icine kattigimiz zaman ulastigimiz rakam yirmi dort oluyor. Geri kalan yirmi yedi takim ise ya muessese ya da belediye ekipleri. Yani cogunluk onlarda! Peki bunun neresi aci?

Sporun kitleler uzerinde pozitif etki saglayan yapisinin en temel taslarindan biri, yani az once okullar ile spor kuluplerini bir tutmamizi saglayan “Kulupculuk Ruhu” ve onun getirdigi aidiyet hissi, muesseselerde ya da Belediye takimlarinda vucut bulmaz. Cunku camialarin temsil ettigi kitlenin mensubu; muessesenin ise sattigi malin musterisi vardir. Cunku camialar mensuplarina bir takim imkanlar sunmak icin cabalarken, muesseseler (gayet dogal olarak) kar amaclar. Cunku camialar, bir spor kulubu kimligiyle tezahur ettigi zaman adini buyutecek ve kitlesini memnun edecek basarilarla birlikte, bu basariyi devam ettirmesini saglayacak gelir kalemlerini yaratmaya calisirken; muesseseler ise, yeni musteriler kazanmak (ve cirolarinin artmasi) icin kendilerine degisik reklam mecralari ararlar. Dolayisiyla bu durumlar, kulup takimlari taraftarinda varolan tutkunun, muessese ve belediye takimlarini takip edenlerde hic olmamasi ya da bunlarla iliski (calisan, calisan yakini vb.) surdugu muddetce varolmasi anlamina gelir ki bu da spor kulturu daha bir cok seyde oldugu gibi tam manasiyla ilerlememis, Turkiye benzeri ulkelerde tek basina bile “ilgisizligin” sebebi olarak adlandirilabilir.

Buna ragmen endustriyellesmesini tamamlamis, her bakimdan kurumsal olan ve sirketlerin de icerisinde oldugu (hatta yonlendirdigi) spor organizasyonlarina sahip ulkelerdeki doluluk oranlarina bakip, “Onlarda da mi tutku eksikligi var kardesim?” denebilir. Elbette hayir, boyle bir tespit, derinlik yoksunu olur. Zaten biz de en basta bahsettigimiz Amerikan filmlerini seyrederken “Ulan heriflerin alayi mirasyedi herhalde. Sefa pezevengi gibi, ortamina gore beyzboldan cikiyorlar, Amerikan futboluna gidiyorlar. Buz hokeyini bitiriyorlar, curlinge kosuyorlar” sigliginda dusunmekten vazgeceli seneler oluyor. Oyleyse nedir nihai tespit? Turkiye’deki ilgisizlik sorununun kulup bazli bir ayagi da samimiyet. Bu bahsettigimiz ulkelerdekinin aksine; ne ozel kurumlar ne de devlet kurumlari, yatirimlarinda samimi degiller. Gectigimiz yillarda bayan basketbol liginde yasanan THY rezaleti bunu bir kez daha gozler onune sermisti. Bunun yaninda, basina yansimayan ama bu liglerde yer alan hemen tum takimlarin zaman zaman karsilastigi “alacaklarin odenmemesi” vb. durumlar da yatirim yapanlarin ne kadar isteksiz veya hazirliksiz oldugunu anlatan en gozonunde ornekler. Yolda yuruyen herhangi birini cevirip, kapanan onlarca muesseseden ya da yatirimlari kisarak liglerde gozukmeyen bir suru belediye takimindan sadece bir tanesinin ismini soylemesini istesek, umdugumuzdan daha fazla cevap alacagimiz kesin. Cunku her kusak bu vb. bir kac takima sahit oldu.

Sucu muessese kuluplerine ve devlet imkanlarini kullanarak yatirim yapan belediyelere yasladik ama ya spor kulupleri? Hele “Buyukler”. Onlar tamamen sucsuz mu? Sabirsizlik yuzunden, basta futbolumuz olmak uzere butun spor dallarimizin en buyuk sorunu ve meyvesiz agaci olan altyapiya “verilmeyen” onem, uzun vadeli basarilari imkansiz kildi. Yillarca uzerinde emek harcanan yetenekli oyuncularin, mali imkansizliklar nedeniyle, “Armut pis, sapsiz, cekirdeksiz agzima dus” diye dusunen kotu niyetli muessese kuluplerine kaptirilmasi bir nebze bahane olabilirdi ama 40 yillik bir surec icin sadece bunun neden olarak gosterilmesi, her ortamda ilgili burokrasiye yon verdigi iddiasinda bulunan Istanbul oligarsisinin basarisizligi miydi? Degildi. Cunku az sayida gonullu disinda bir ugras verilmedi. Yani basarisizlik degil, umursamazlikti sebep. Istense, keyfi siyasi idarelerin hakim oldugu donemler basta olmak uzere her donem, muessese-spor kulubu iliskisi, iki tarafin da cikarina olacak sekilde duzenlenebilirdi. Bu cozum yolu ne kadar antidemokratik bir dayatma olarak gorulurse gorulsun, o zamanlar bu tip seyleri dusunen insanlarin oldugunu biliyoruz. Yukaridan asagiya boyle bir hareket tarzi, bugun amator sporlarin cok daha farkli yerde olmasini saglayabilirdi. Oysa simdi gecmisten gelen aliskanliklar yuzunden, “3 buyukler” bile yatirimlarini donemsel olarak yapiyorlar ve en ufak basarisizlikta subelere yatirim neredeyse sifira iniyor.

Fenerbahce uc buyuk kulup icerisinde su aralar en istikrarlisi konumunda ama Eczacibasi Kulubu Baskani’nin Fenerbahce’yi kastettigi “Bu kulupler buyuk gecmise sahip olabilirler ancak bir takim aliskanliklarini kaybetmis durumdalar. Bizimle basa cikabileceklerini dusunmek hata olur” demeci icin kim “Yanildi” diyebilir? Altyapiya en ufak onem vermeden, yaptigi transferlerin icerisinde voleybolun buyuk isimleri olmasina ragmen onlarla futursuzca yol ayiran bir yapinin saglamligini kim ciddiye alir? “Avrupa’da yari finali falan bosverin siz. Lige bakin lige” dendiginde surati allak bullak olan Wnba oyuncularina “Haksizsiniz” demek mumkun olur mu? “Subeyle ilgili herseyden sen sorumlusun. Butun ekibi sen kuracaksin ama kucuk bir detay var. Hocayi biz belirleyecegiz” diye adeta cocuk kandirmaya calismak, kurumsalligin neresindedir? Bu sorulara konu olan kulupler basariyi yakalasa da istikrari bulabilirler mi? Bulamazlarsa, uzerinde buyuk etkileri oldugu bu toplumu amator branslara cekebilirler mi? Mesela Spor Sergi’nin dolup tastigi zamanlarin gecip gitmesinin tek nedeni, Turkiye’nin en guzel salonunun insanlardan sokulerek, basketbolun Zeytinburnu’na surulmesi midir? Meydani muesseselere birakanlarin sucu yok mudur?

by Canarino

20 Aralık 2008 Cumartesi

TBBL All Star-2009


Bayan basketbolumuzun en iyilerini bir araya getirecek olan TBBL- All Star organizasyonu için oylama başladı. www.tbl.org.tr adresinden kullanılan oylar ve antrenörler ve basın mensuplarının tercihleriyle belirlenecek yirmi dort isim, 10 Ocak 2009 Pazar günü Samsun Yaşar Doğu Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek organizasyonda forma giyecekler.

Geçtiğimiz yıl Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda gerçekleştirilen ve tek kelimeyle muhteşem bir organizasyona sahne olan TBBL-All Star 2008 akıllara geldikçe, bayan basketbolumuzun parlayan yeni yıldızı Samsun şehrinde yapılacak organizasyon için şimdiden heyecan duymamak mümkün değil. TBF yetkililerinin geçtiğimiz yıl olduğu gibi, yine çok başarılı bir işe imza atacaklarına eminim. Samsunlu basketbolseverlerin seyirci aktiviteleri, dans gösterileri, yarışmalar ve konserler ile unutulmaz bir basketbol şöleni yaşayacaklarını şimdiden söylemek mümkün. Ancak geçtiğimiz hafta ki yazımla alakalı olarak bu organizasyonla ilgli bir önerim olacak.

Organizasyon yetkilileri, Samsun Bölgesi'nde bulunan kimsesiz çocuk yurtlarında yaşayan çocuklarımızdan ve engelli çocuklarımızdan uygun sayıda evladımızı orada misafir ederek basketbol sevgisini onlara da aşılamak için çalışmalar yürütebilirler. Her oyuncu, ismi anons edildiğinde sahaya bir çocuğumuzla el ele çıksa ve sponsor firmalardan sağlanacak küçük hediyeler o çocuklarımıza armağan edilse, hem o kardeşlerimiz, hem sporcular, hem de izlemeye gelenler için unutulmaz anlar yaşanabilir. Örneğin Samsun'da lösemi hastası çocuklarımızın tedavi gördükleri hastanelerden birine yapılacak bir ziyaret, eminim hastaların morallerini en üst düzeye taşıyacaktır. Dediğim gibi bunlar sadece öneriler, geliştirilebilir ya da yok sayılabilir ancak bu tarz aktivitelerin "bu ülkenin aydınlık yüzleri"ne çok yakışacağından hiç şüphem yok.

Fenerbahce-Besiktas


Fenerbahce ile Besiktas Bayan Basketbol takimlari 2008-2009 sezonunun kendi aralarindaki ilk ayagini Pazar gunu Caferaga’da oynayacaklar. Buna istinaden son bes sezonu (sadece lig olmak uzere) kapsayan, takimlar bazinda kucuk bir istatistik yumagi sunalim dedik.

5 senede 26 mac yapmislar.
2004 = 4
2005 = 5
2006 = 6
2007 = 8
2008 = 2

17 maci Fenerbahce kazanirken, Besiktas’in galibiyet sayisi 9.

Bu maclari sahaya gore inceleyecek olursak;

Fenerbahce’nin sahasinda 13 macta,
11 Fenerbahce galibiyeti
2 Besiktas galibiyeti

Besiktas’in sahasindaki 13 macta ise,
7 Besiktas galibiyeti.
6 Fenerbahce galibiyeti.

Sayilar
1775 – Fenerbahce
1638 – Besiktas

Ribaundlar
877 – Fenerbahce
884 – Besiktas

Asistler
401 – Fenerbahce
324 – Besiktas

Top Calma
280 – Fenerbahce
221 – Besiktas

Blok
80 – Fenerbahce
46 – Besiktas

Top Kaybi
385 – Fenerbahce
435 – Besiktas

16 Aralık 2008 Salı

Sosyal Basketbol

Bir bayram daha geride kaldı, önümüz yılbaşı. Acaba bu önemli günlerde çocukları, hastaları, yaşlıları mutlu etmek için üzerimize düşeni yapıyor muyuz?

Israrla spor kültürünün gelişmiş olduğu ülkelerden bahsederek o ülkelerde sporcuların sosyal sorumluluk projelerine katılımda ne kadar aktif olduğunu örnekleriyle ortaya koymuştuk. Bu tarz etkinlikler öncelikle ve asli olarak sporcuların topluma olan görevlerini yerine getirmeleri bakımından insani bir önem ve değer taşıyor. Daha sonra ise yaptıkları sporun tanıtılması, geniş kitlelerce benimsenmesi için bir tanıtım vazifesi görüyor. Ne yazık ki Türk sporunda bu tarz sosyal sorumluluk projelerine sporcuların aktif katılımlarına pek sık rastlayamıyoruz. Oysa Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yurtları gibi, Lösev gibi, Darülaceze, engelli çocuklarımızın okulları, TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezleri gibi birçok kurumla ortaklaşa çalışmalar yürütmek hiç de zor şeyler olmasa gerek. Örneğin kamu yararına faaliyet gösteren Lösev ya da Akut gibi kuruluşların tanıtımlarında aktif olarak neden bir bayan basketbolcu yer almasın? Neden çocuklara trafik kurallarını öğreten bir etkinliğin içinde bir basketbolcumuz bulunmasın? Evet, bazen çocuk yuvalarında kalan yavrularımız maçlara davet ediliyor, bazı sporcularımız üzerine düşeni yapıyor ama neden bu yapılanların sayısı ve sıklığı arttırılmasın? Kulüplerin bu konuda sporcularına değil zorluk çıkartması, ellerinden geldiğince desteklemesi ve bu girişimlere ön ayak olması topluma olan borçlarıdır. Hepimizin bu topluma karşı sorumlulukları var. Bunlar askerlik yapmakla, vergi ödemekle, 5 yılda bir oy kullanmakla tamamlanmış olmuyor. “Bu ülkenin aydınlık yüzü’ dediğimiz bayan basketbolcularımızı bu tarz faaliyetlerde daha sık görmek dileğiyle...

13 Aralık 2008 Cumartesi

Hako ve Tayfa


Bir ideolojiye bakis acisi ve tabirleriyle saygisizlik kokan filmine gitmeye niyetli degiliz ama bu, aktorun ve dizideki tayfasinin sinematik basarisina zerre suphe ve ters kelam edilmesini saglamaz elbet. Bu basariya istinaden Sn. Serdar Gurel’in yukaridaki calismasini arz etmekten mutluluk duyuyoruz. Tespitin bu kadar isabetlisi olurmus zira.

Bazen Dereagzi’nda bulusup, icilen bir kac cay/limonata ve yenilen bir kac tost/sosisli (hepimiz istahli insanlariz, ne var?) sonrasinda yavas adimlarla stadin yanindan Bahariye’ye cikan ara yolun yokusundan Kadikoy, Caferaga istikameti ve aksam mac donusu yine Dereagzi. Bazen bir Burhan Felek maci sonrasi “Hadi bir de Dereagzi’na gidelim” diyerek, karsiya gecen agabeylerin aksam uzeri karanligini ve yol acilmasini beklemesine yarenlik. Bazen de, “ikinci adres” Kadikoy oldugundan belki, bir yerlerde karsilasip, gunun geri kalanini beraber gecirmek, yine yukaridaki yerlerde. Resimdeki gibi kirmizi bir araba. Resimdeki gibi bir oturma duzeni. Ayrilirken, Sogutlucesme Istasyonu’na giden Cuma Pazari kenarinda inip, onlar Avrupa Yakasi’na gecerken Kucukyali’ya uygun adim.

Yillar once, bir 8 Mart gunu. Ali Sami Yen’de Galatasaray’la oynayacagiz. Futbol macindan once, yine karsida Bayan Basketbol macimiz var Yildirim Bosna ile. Serap ve Arzu gittikten sonra aglaya aglaya uzaklastigimiz bayan basketbola, lacivert (King Santillana) reisin bir hafta once “Haydi maca” demesi sayesinde tekrar tesne olmaya cabalarken, bir hafta once Caferaga’da damagimizda kalan bir muhabbet tadini aramaya, tek basimiza uzaklara, Bayrampasa’ya gitmisiz. Salona giriyoruz. Problem Cocuk filminin Turk versiyonunda oynayan Zipcikti Senol cikiyor karsimiza. Fenerbahce’nin rakibini desteklemeye gelmis. Bir o tarafa, bir bu tarafa gezerken “Yildirim, Yildirim” diye bagiriyor. Kapi tarafina gelince de o ara iceri girenlere “Hosgeldiniz” diyor. Saglam taraftardi. Cok genc yasta oldu, Allah rahmet eylesin diyelim, vesileyle. Salonun ortalarina dogru, Caferaga’dan iki agabeyi goruyoruz. Maci kazaniyoruz. Sonra... Sonrasinin bugune kadar yolu var. Ve bugun... Izinde Dereagzi binasinin kapisindan girince deja vudan otesini yasayip, Istanbul’un her kosede “Sen gittin. Bittin mi, bilmem ama kesin gittin” demesine inat, “Hic gitmedim lan ben galiba” demistim. Kaldigimiz yerden devam ettik agabeylerle muhabbete...

Bir gun donecegim ulan Istanbul. Ha gaza gelip, yedi tepeden bir tanesine cikarak, “Seni yenecegim” diye bagirmayacagim, zira sende yasayan, sana yenilmeye mahkumdur, o ayri ama donecegim. Sogutlucesme Istasyonu’na giden Cuma Pazari kenarinda kirmizi arabadan inip, agabeyler Avrupa Yakasi’na gecerken, giden arabaya bir el sallayip, Kucukyali’ya uygun adim gidecegim.

9 Aralık 2008 Salı

Gecmis Zaman

Imtiyaz sahibinin, ard arda atilan yazilari "ilhak girisimi" olarak degerlendirme ihtimaline karsin haftada sadece dort yazi uzerinden anlastik. Gorev verildigi takdirde elimizden gelenin en iyisini yapacagiz. Buyuk bir camiaya geldigimizin farkindayiz. Hic unutmuyoruz, ebeveynlerimizin bize aldigi ilk t-shirtun uzerinde SG yaziyordu. Bu yuzden, biz de kucuklukten beri sempatiyle bakiyoruz kendisine.

Yukaridaki resim, sporculardan tek taniyabildigimiz (14 numarali, comelenlerin en solda olani) Erol Demiroma'ya ve "Mini Mini Valimiz, Ne Olacak Halimiz" Fahrettin Kerim Gokay'a bakilirsa 1950'lerin sonlarina dogru cekilmis olmali. Fahrettin Kerim Bey'in yanindaki de basketbol subemizin Cem Atabeyoglu ile kurucusu olan rahmetli Muhtar Sencer.

"Nereden nereye gelmisiz yahu, ilerlemeye bakar misiniz?" gibi cumlelere hafif inat, hafif sitem, "Ne naif yillarmis, bir ucundan tutabilsek ne hos olurdu?" diye gecmiyor mu insanin icinden?

by Canarino

Tancan Baltalı

Muhim bir medya mensubunun resmi bloguna, bir misafir yazarin yazacagi ilk yazinin da “Basin Dunyasi” ile alakali olmasi gerektigini dusundum. Blogun imtiyaz sahibi agabeyimiz “Devam” dedigi muddetce, bir ikamet alanimiz da burasi olacak. Vesileyle, kaleminin arkasindaki silgi olamayacagim yazi Ustadim “King Santillana”ya da saygilarimi sunarim.

Cogunluk basligi gorunce "Tancan Baltalı da kim?" diyecektir. Acikcasi benim de ismine asina oldugum birisi degildi Tancan Bey. Eski Fenerbahce dergilerine goz gezdirirken cok ilginc bir roportaja rastladigimda ilgimi cekti. 19 yasinda, 1.33 boyunda ve 33 kilo agirliginda bir foto muhabiriyken kendisiyle yapilan roportaj.

1950'lerin, 1960'larin dergilerinde rastlanan haberler, roportajlar birbirinden enteresandir gercekten. Iste bu da onlardan birisi. Oldugu gibi asagiya geciyorum.
----------------------------------
O gun Kasimpasa-I.Spor maci vardi. Elinde fotograf makinesi bulunan ufak bir cocuk! Mithatpasa Stadi'nin muduriyet kapisini caldi. Kapida vazifeli sahis, kapiyi acmadan evvel ustteki delikten disari bakti. Kimse yoktu. Gitti, tekrar yerine oturdu. Bu sefer kapi daha sert darbelerle caliniyordu. Vazifeli sahis, "Allah Allah, dedi. Kim bu?" Delikten tekrar bakti. Yine kapida kimsecikler yoktu. Kapiyi aralayip disari baktigi zaman karsisinda kendisine sert nazarlarla bakan kahve rengi paltolu ve kasketli bir cocuk buldu.

"-Ne istiyorsun evlat?" dedi.

Kendisine evlat dedigi icin kizmisti.

"-Seni istemiyorum. Sazi beyi istiyorum" diye cevap verdi.

Kapici aldi bunu, Sazi beyin odasina goturdu. Sazi her zamanki gibi nazik tavirlarla elinde fotograf makinesi bulunan kucugu buyur etti ve ne istedigini sordu.

Bizim kucuk fotografci elinde bulunan kagidi Sazi beye uzatti. Kagitta aynen sunlar yaziliydi:
Mithatpasa Stadi Mudurlugu'ne
Stadinizdaki maclari gazetemiz adina Tancan Baltali takip edecektir. Sahaya girip fotograf cekmesi icin gereken emirleri vermenizi rica ederiz.
Dunya Gazetesi Spor Servisi – Imza

Sazi bey kagidi okuyup katladiktan sonra tebessum ederek "Olmaz oglum, dedi. Sen daha kac yasindasin?! Sahadaki diger arkadaslarin seninle alay ederler. Sonra evden seni merak ederler"

Ufak boylu fortografci:
"Vallah evden merak etmezler, dedi. Sonra benim anneannemden baska kimsem yok ki... Bu gunku mactan fotograf cekmezsem vazifemi yapmamis sayilirim ve gazeteme de gidemem"

Butun bu dil dokmeler para etmemisti. Sazi bey bir defa "Olmaz" diyordu. Stada girmek icin yas haddi koymustu. Elinde makinesiyle ve boynu bukuk bir sekilde disari cikti. Macin baslamasina da cok az zaman kalmisti. "Simdi ne yapmali?" diye dusundu ve aklina basin mensuplarinin oturdugu "L" tribunune gitmek geldi.

"L" tribunune gidip spor servisi sefini bulacak ve vaziyeti ona anlatacakti.

Kosa kosa "L"tribunun onune geldi. Iceri girmesine musaade ettiler. Spor servisi sefini buldu. Vaziyeti ona izah etti.

Beraberce kalkip tekrar Sazi beyin odasina geldiler. Sef, Sazi beye hitaben:
"-Boyuna bakip da ufak zannetmeyin. Benim diyen foto muhabirine tas cikartir"

Sazi bey, Mithatpasa Stadinin yeni foto muhabirinin yanagini sikti: "Haydi, git cek bakalim" dedi.

Iste Dunya gazetesi foto muhabirinin Mithatpasa Stadina ilk girisi boyle binbir muskulat icerisinde olmustu.

Mithatpasa stadina gelen seyirciler bile ufak boylu foto muhabirini ilk defa sahada gordukleri zaman afallamislardi. Herkes birbirine isaret ediyordu.
"-Ah, foto muhabririne bak. Ne kadar kucuk"

Bazan seyirciler espri de yapiyorlardi:
"-Ufak olduguna gore ufak bir gazeteye cekiyordur"

Tancan Baltali'nin boyu ufakti ama, okuyucusu 100 binleri asan "Dunya" gibi bir gazetenin foto muhabirligini yapiyordu.

Koyu bir Fenerbahcei olan Tanacn Baltali, dikkat ederseniz her maca gelmez. Fakat Fenerbahce maclarini hic kacirmaz. Babialinin oldugu kadar Mithatpasa Stadinin da maskotudur. Onu sevmiyen sporcu yoktur. Diledigi gibi sporculara poz verdirttirip resim ceker. Yalniz spor islerine degil, aktualiteye de bakar.

Ismet Pasa ve Kasim Gulegin bir numarali adamidir. Bu iki politikacimiz, Tancan Baltali ile saka bile yaparlar.

Bundan bir sene evvel Tancan Baltali, diger foto muhabiri arkadaslari ile beraber adliyenin koridorlarinda bekliyorlardi. Ozcan Tekgul'un muhakemesi vardi. Fotografcilar bir iki resim alip, gazetelerine doneceklerdi. Ozcan Tekgul geldi. Butun flaslar yanip sonuyordu.

Bir ses isitildi:
"Ozcan abla soyle durur musun?"

Bu Tancan Baltali'nin sesiydi.

Ozcan Tekgul, ufak boylu fotografciyi gorunce sasirdi:
"Gel bakayim sen buraya" dedi ve "sap" diye opuverdi. Tancan renkten renge girmisti. O kadar kisinin icinde opulmeyi kendine yedirememisti. Fakat daha sonra Ozcan Tekgul'un samimi arkadaslarindan biri olmustu.

1.33 boyunda, 33 kg. agirliginda ve 19 yasinda olan Tancan, ask hakkinda:
"-Ah, diyor, bana boyle sual sormayin. Yuzumu gozumu aciyorsunuz, Anneannem de duymasin. Sonra ne demez bana?"

by Canarino

7 Aralık 2008 Pazar

5 Nokta


.....

* Dünyayı sarsan ekonomik kriz ne yazık ki Başvekilimizin "hamdolsun teğet geçti" yaklaşımına rağmen ne yazık ki değil teğet geçmek ülke ekonomisinin tam göbeğine oturmuş vaziyette. Bunu ben değil %140 artan işsizlik oranı, esnafın, işçinin, emeklinin, üreticinin feryatları söylüyor. Ne yazık ki bu kriz ortamı büyük şirketlerimizi de etkilemiş olmalı ki Ülker firması Kurumsal İletişim departmanından 3 önemli isimle yollarını ayırdı, alınan kararın gerekçesi her ne olursa olsun sonucu pek sevimli gibi gözükmüyor ne yazık ki... Hakan Artış'ı şahsen tanıdığım ve dostluğum olduğu için bu satırları yazıp yazmamayı çok düşündüm ancak eğer Hakan Artış ile sadece basketbol ekseninde bir tanışıklığım olsaydı dahi bu yazıyı yazacağımdan emin olduğum için içim gayet rahat. Elbette şirketlerin çalışanlarıyla yola devam edip etmemeyi seçmeleri tamamen kendi tasarruflarıdır ancak mesai saatlerine bağlı kalmadan tüm enerjisini Ülker firması ,basketbol ve Türk Sporu için harcayan bu gerçek spor insanı hakkında bir kaç söz söylemeyide bir borç hissettim. Umarım sevgili Hakan Artış alnın akıyla ifa ettiği bu görevini yine sporun, basketbolun içinde kalarak başka şekillerde sürdürür, Zira kavganın-döğüşün, hoş görüsüzlüğün kol gezdiği bu spor ortamında böyle pozitif insanlara gerçekten ihtiyaç var.


** Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı EuroLeague'de yoluna devam ediyor. Fenerbahçe hafta içi bayan basketbolunun rüya takımı olarak adlandırılan Spartak Moskova ile karşılaştı bu karşılaşmada Spartak'ın kaydettiği 100 sayının bir deplasman takımının bu kupada attığı en çok sayı olarak EuroLeague tarihine geçmesi karşılaşmanın en ilginç ayrıntısıydı. Ancak alınan bu mağlubiyet dahi sarı lacivertlileri grubu ilk 2 sıra içinde bitirme hedefinden saptıramadı. Fenerbahçe son 2 sezondur kapısından döndüğü Final 4'a bu yıl katılabilecek mi hep birlikte göreceğiz ancak İstanbul'un Sarı Kanaryası'nın EuroLeague'de bir marka haline gelmeye başladığı tartışılmaz bir gerçek.
EuroLeague'de ülkemizi temsil eden bir diğer ekip Beşiktaş Cola Turka ise ilk kez katıldığı bu kupada bir üst tura çıkamasa da Avrupa'nın bu en büyük bayan basketbol organizasyonunun içinde yer alması oldukça önemli bir noktaydı. Siyah beyazlılarda gelinen bu noktanın önemini fark eden çok fazla sayıda kişi olmaması üzücü. Ancak Kara Kartallar bu üst düzey organizasyona katılmıda devamlılık sağlarsa bu kupada mücadele etmenin faydalarını uzun vadede hem Ligde hem de bu kupada göreceklerdir. Bu sezon ki beklentilerinin arasına Fiba Bayanlar EuroCup şampiyonluğunuda ekleyen Galatasaray bu hedefe doğru emin adımlarla ilerliyor. Sarı kırmızılılar yeni bir kadro olmanın dezavantajını zaman zaman ligde hissetseler de Avrupa Kupası'nda grubunu namağlup olarak 1. sırada tamamlayarak 32 takım arasına kalmayı başardı. Birbirinden yetenekli oyunculardan kurulu bu kadro zamanla tam bir takım hüvviyetine kavuşursa ve kuralarda da büyük şanssızlık yaşamazlarsa bu kupayı ülkemize getirmeleri sürpriz olmayacaktır. Yeni bir Antrenör genç ve tecrübesiz oyuncularla sezona başlayan Botaş ligde kadroları nispetinde iyi sonuçlara imza atarken EuroCup'da da ilk 32 takım arasına kalmayı başardı. 2000'li yılların başlarından beri TBBL'nin mihenk taşlarından biri haline gelen Botaş çok yakında eski günlerine döncek gibi, yeter ki biraz daha sabredip yapılan doğru işleri bir kaç olumsuz neticede sil baştan hale getirmesinler.

*** TBBL'de Kuzey-Güney fırtınası esiyor bir yandan "Kuzeyin Sultanları" olarak adlandırılan Samsun Basketbol Kulübü diğer bir yandan Güneyin yüz akı Mersin Büyükşehir Belediyesi Basketbol Takımı. Her iki takımda aldıkları neticelerle şimdiden ligin flaş takımları haline gelmeyi başardılar. TBBL'ye bu sezon yükselen Samsun Basketbol'un bu çıkışının anlık, sezonluk değil çok uzun vadeli olmasını umut ediyorum zira Karadeniz bölgesinin ligde ki tek temsilcisi olarak bu bölgeyi bayan basketbolu açısından harekete geçrimek birazda onların uzun soluklu olmasına bağlı. Mersin ise doğru işler yapmayı sürdürüyor ve bunun mükafatını da almakta gecikmiyor. Sezona takımı A Milli Takım antrenörü de olan Ceyhun Yıldızoğlu'na emanet ederek başlayan Mersin ekibi ekonomik krizlerden ve yaklaşan yerel seçimlerden ötürü bir anlayış değişikliğine gitmezse Ceyhun Yıldızoğlu'nun daha önce Botaş ile yarattığı mucizeyi yakın bir zaman zarfında Mersin ile tekrarlaması imkansız gibi görünmemekte.

**** Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu'ndan sonra Kıtalararası Şampiyona'da da birinci olmayı başaran Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı oyuncularını, teknik ekibini, onlara inananları, destekleyenleri ve bu başarıda tüm emeği geçenleri kutlarım. Engelsiz Aslanlar istenirse neler başarılabileceğini herkese bir kez daha ispatladılar o kocaman yüreklerine sağlık. İşin bir başka güzel tarafıda birbirleriyle hemen her konuda atışan ezeli rakiplerin taraftar forumlarında bu başarının samimiyetle tebrik eden yazılara rastlamak oldu.

***** Tüm ülkenin ve basketbolseverlerin Kurban Bayramını kutlar, etrafı kan gölüne çevirmeden kutlanacak güzel bir bayram geçirmenizi dilerim.

4 Aralık 2008 Perşembe

Melekler rüyalarda yaşar...


72 saat sürer meleklerin ziyaretleri
ve sen 73. saati istediğinde acı çekmeye mahkum olursun kendi ellerinle
geldikleri gibi giderler tam vaktinde, ne bir dakika önce ne de bir dakika sonra
ardından bakmaktır sana kalan bu gidişlerde
elinden başka bir şey gelmeyecektir
başka bir saat başka bir melek olmayacak
ne kadar istesende...
Melekler rüyalarda yaşar,
bir siyah gözde
sana uyandığım bir günde ya da
ama en çok sen güldüğünde yaşar melekler
o küçücük ellerinin içinde...
ne kadar yürekli
ne kadar kocaman
ne kadar kahraman olursan ol
bütün gidişlerden daha beterdir bu gidişler
ve asla geri gelmez meleklerle uçup giden o anlar...
Melekler rüyalarda yaşar
ve uyandığında 72 saatlik uykundan
yüzünde buruk bir gülüş
yataığnda bir melek tüyüdür sana kalanlar...kalanlar...

27 Kasım 2008 Perşembe

Bıyıklı Basketbol


Aylardır Basketbol kamuoyunu meşgul eden seçim tartışmaları neticelendi ve 16 yıldır Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanlığı görevini sürdüren Turgay Demirel bu göreve delegelerin oylarıyla yeniden seçildi.

Bu yeni dönemde daha pozitif ve daha katılmcı bir yönetim anlayışıyla çalışmalarını sürdüreceğini umut ettiğim Sayın Turgay Demirel'i bu seçim başarısından ötürü kutlamak isterim. Federasyon seçimleri öncesi ve sonrasıyla bir çok kere bir çok açıdan tartışıldı aynı konulara girmenin bir esprisi olduğunu sanmıyorum ancak seçimde yaşadığımız bir hadise dikkatimi çekti. TBF Başkanı'nı seçmek üzere 136 delegenin oy kullandığ seçimde 136 delegeden sadece ve sadece 2 (yazıyla iki) kişinin bayan olması oldukça düşündürücüydü. Basketbolumuzun geleceğini tayin edecek bu oylamada oy kullanma hakkına haiz olan bayanların toplam delege sayısının ancak %1.47'sini oluşturmalarısanırım sadece bana garip gelmiş olmalı ki seçimin üzerinden günler geçmesine rağmen bu konuya değinen kimseyi olmadı. Oy kullanan isimler TBF Yönetim Kurulu üyesi Sayın Jülide Sonat ve Ulusal Takımımızın eski kaptanlarından Sayın Arzu Özyiğit oldular. İşin ilginç tarafı eğer Federasyon seçimleri, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu'nca 1 ay ertelenip genel kurul üye listesinin iptaline karar verilmeseydi oy kullanacak tek bayan isim Sayın Sonat olacaktı. Bayan basketbolumuzun kaydetmiş olduğu gelişim ve spor dalları arasında ki konumuyla ile taban tabana zıt bir görüntü olşturan bu durum elbette ki mevcut yönetmin kusuru değil ancak geçtiğimiz yıllarda yitrdiğimiz Duygu Asena'ya bir kez daha rahmet okutacak nitelikte ki bu garipliğe birilerinin dur demesi ve Türk Basketbolu'da oluşan bu denli erkek egemen bir görüntüden acilen kurtulunması şart gibi görünmekte. Büyük devrimci Mustafa Kamal Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyet'te bir çok batılı hemcinslerinden önce 1934 yılından beri seçme ve seçilme hakkına sahip olan Türk Kadını elbette ki her alanda olduğu gibi spor alanında da hak ettiği önemi görmelidir. Bunun için pozitif bir ayrımcılık gerekiyorsa acilen hayata geçirilmeli yok başka bir şekilde bu garip görüntü giderilebiliyorsa bunu değiştirebilecek icra makamları harekete geçmelidir. Ortaya çıkan bu tabloda konunun muhattaplarının yani basketbol insanı olan bayanların payı var mıdır bilmiyorum ancak bazı şeylerin değişmesi için mücadele edecek olanlarda yine kendileri olduklarını hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

26 Kasım 2008 Çarşamba

No Pasaran


Henüz hiç birşeyi kaybetmedik
yitirmedik yani kumdan kalelerimizi
hala 5. alayın sesini duyabilirsin Madrid sokaklarında
en önce bırakıp giden sen olsan bile
hani ıslıkla bir şarkı söylemiştin ya kaybetmeye en yakın olduğumuz zamanlarda
Ülkemde, Afrika'da ve umut bekleyen tüm coğrafyalarda
hala aynı ezgi
aynı meydan okuma
ve aynı kararlılıkla
haykırıyorlar dudaklarının arasından, yerleri değişse de kendisi değişmeyen o özlemi...
ardına bakmadan giderken söylemiştin ya
şimdi ben söylüyorum
"ıslık yüreğin enstrümanıdır"
ve sen .... duyduğunda benim sana, adına, nefesine benzeyen ıslığımı
bil ki
sesin hala
umtttur; ülkemde, Afrika'da ve umut bekleyen tüm coğrafyalarda

18 Kasım 2008 Salı

Viva la Revolution


bu gece ay yağdı lapa lapa başkentin sokaklarına
bekçi düdüklerine
palet gürültüsüne
silah seslerine karışan şarkılar eşliğinde ...
ve sabah okula gitmek için uyanan çocuklar
en güzel aydan adamı yapmak için birbirleriyle yarıştılar...
kazananı olmadı
kaybedeni olmadığı gibi
hepsini birinci ilan etti
tüm şehri donatan aydan adamları görenler...
ve ben
senin simsiyah saçlarına yağan
ay taneleriyle
yaptığım aydan senin üzerine
"Viva la Revolution"
yazdığım için aykırı ilan edilip
sürgün olmuşken bu şehirden
sen
ay zincirleri takılmış toplu taşıma aracıyla
her sabah işine gitmeye devam ettin
sana yaptığım şeyi hiç görmeden...

15 Kasım 2008 Cumartesi

Galatasaray-Fenerbahçe


Küfür...Yabancı madde.. Anonslar... Protokol kavgası... ve aralarında sıkışıp kalmış bir basketbol müsabakası.

Bayan basketbolu dolu salonlarda oynansın, ilgi artsın istiyoruz bunu devamlı dile getiriyoruz ancak ne yazık ki bu dileğimiz sadece derbi olarak tabir edilen karşılaşmalarda gerçekleşiyor. O derbilerde de saha dışı olaylar yüzünden basketbol hep 2. planda kalmaya mahkum oluyor. Ne yazık ki yine öyle oldu, Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda oynanan bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisi daha hoş olmayan görüntülere ev sahipliği yaptı. Tüm bunlar bir gün sonlanır oynananın bir maç o maçında son maç olmadığı öğrenilir mi bilmiyorum sadece umut etmekle yetiniyorum.

Maça gelirsek : Cumhurbaşkanlığı Kupası müsabakasında rakibine nefes aldırmayan ve karşılaşma boyunca bir an bile yanına yaklaştırmayan Galatasaray bu sefer tam tersi bir görüntü sergiledi. Roller bu sefer değişmişti, karşılaşmanın ilk dakikalarından itibaren oyunun kontrolünü ele geçiren Fenerbahçe maçın bitimine kadar rakibine üstünlüğünü kabul ettirmiş bir görüntü sergiledi. Ankara'daki karşılaşmanın aksine bu sefer kazanmayı daha çok isteyen sarı lacivertli kızlardı ve istediklerinide elde ettiler. Basketbolda sıklıkla kullanılan "Oyun kurucun kadar konuşursun" tabiri bu maçta da doğruluğunu ispat etti. Birsel Vardalı'nın sakatlığı ile sezon başından beri bu mevkide ki tüm yükü omuzlayan Esmeral Tunçluer hafta içinde oynadıkları EuroLeague karşılaşmasında olduğu gibi bu maçta da yıldızlaşarak takımının galibiyetinde büyük pay sahibi oldu.Galatasaray'da ise Esra Şencebe ve Işıl Alben bu gün kendilerinden beklenen performansı bir türlü ortaya koyamadılar. Pota altını çok etkili kullanan Fenerbahçe, etkili uzunlarına rağmen dış atışlara yönelen ezeli rakibi Galatasaray'ın bu atışlarda da istediği isabet oranının yakalayamaması ile önemli bir galibiyete beklediğinden kolay ulaştı.

Taraftara örnek olması gereken yöneticilerin geçtiğimiz yıl Caferağa'da, geçen hafta Şükrü Saracoğlu Stadyum'unda ve bu günde Ayhan Şahenk'te sergiledikleri tavırlar imam cemaat ilişkisini akıllara getirecek cinstendi. Bu iki güzide caima 100 yılı aşkın bir süredir birbirleriyle rekabet halindeler, dünyanın en büyük rekabetlerinden birisi olarak gösterilen Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmaları diğer rekabetlerden farklı olarak iki kulübümüzün mücadele ettikleri tüm branşlarda sürüyor. ancak rekabet etmeyi kavga etmek olarak gören hastalıklı bir anlayışı benimseyen bazıları bu muhteşem güzelliğe gölge düşürüyorlar ne yazık ki..

Bir parantezde Fenerbahçe'nin yeni Cappie Pondexter'i olmaya aday oyuncusu Matee Ajavon için açmak istiyorum karşılaşmayı 17 sayı, 5 ribaund, 5 asistle tamamlayan bu yürekli çaylak alışma sürecini tamamen atlattığında Galatasaraylı Seimone Augustus ile birlikte bu ligin en önemli yıldızlarından birisi olacaktır.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Am i too loud for you ?


Bir ay çarpması, gece yanığı... hem de gecenin bir yarısı
iflah etmediği saatler yani rakının
yarım kalmış her şey gibi
boktandır yarım kalmış sarhoşluklarda
sesler susar
ud taksimi yarım kalır
hepsi tamamlansa da
en önce ve en sonunda
tüm sözlerin sana kalır...
sesler susar
ud taksimi yarım kalır
eksik kullanılan antibiyotikler gibidir
yarım kalan tüm sarhoşluklar...

9 Kasım 2008 Pazar

Kara Bahtlı Kara Kedi !


kara kedi kara kedi !
dedelerin, ninelerin anlattı mı bilmem
çekerdim saçımı çocukken
ne zaman bir kara kedi görsem...
ama artık çekmiyorum saçımı
büyüdüğümden değil ha
saçım kalmadı da o yüzden !!!
kara kedi kara kedi !
geçme önümden gecenin bu vakti...
işlerin rast gitmez, aç kalırsın, araba ezer
ah kara tüylü, kara gözlü, kara kedi
geçtin ya önümden sen şimdi
bundan sonra sadece tüylerin değil
bahtında karardı canımın içi...

4 Kasım 2008 Salı

77-Azize=76


İçinde birkaç kere basketbol kelimesi geçecek olsa da bu yazının konusu basketbol değil baştan uyarayım da okuduktan sonra nerede kardeşim bu yazıda basketbol diye kimse sitem etmesin...

Konumuz biraz matematik ( 77-1 =76), eser miktarda beden eğitimi, bir tutam da coğrafya. Kısacası konumuz eğitim hem de milli olanından. 2008 Pekin Olimpiyatları'ndan sonra yaratılan havayı hepimiz hatırlıyoruz. Mevkilerini makamlarını terk etmemek için olimpiyatlarda yaşadığımız bu büyük başarısızlığı görmezden gelenler dışında herkesin üzerinde hemfikir olduğu konu ciddi bir spor politikamızın olmadığı, okul-spor işbirliğinin sağlanamadığı ve bunun neticesinde de olimpiyatlarda başarısız olduğumuzdu. Elbette ki balık hafızalı toplumların ortak özelliğinin bir sonucu olarak olimpiyatlar popülerliğini kaybettiğinde bu konuda gündemimizden düştü. Günde 5 vakit bunun hakkında yazanlar çoktan futbol dünyalarına dönüş yapıverdiler, herkes aslına rucü etti işin aslı. Fakat bu tartışmalar henüz gündemde yerini korurken güzel bir çalışmanın haberleri basında yer almaya başlamıştı


haberin içeriği şuydu :

"Milli sporculuklarının yanısıra öğretmenlik görevlerini de sürdüren başarılı sporculara bekledikleri müjdeli haber, Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu'ndan geldi. Öğretmenlik atamaları yapılan milli sporcuların, uygun illere yer değiştirmesiyle ilgili yazı Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu'nun imzasıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderildi. Milli sporcuların, bundan sonra yapılacak uluslararası faaliyetlerde, Türkiye'yi temsil aşamasında başarılı olabilmeleri için çalışmalarını uygun ortamda sürdürmelerine gerek duyulduğuna işaret edilen yazıda, Beden Eğitimi Öğretmeni diploması bulunan sporcuların, çalışmalarını rahatça sürdürebilecekleri illere atanması rica edildi."
Oldukça mantıklı olan bu girişim haliyle konunu muhattapları arasında büyük sevinçle karşılandı ancak aradan geçen bunca zaman rağmen bu durumda bulunan sadece 1 (bir) sporcumuzun yer değişikliği yapıldı. 2008 Pekin Olimpiyatları'nda Bayanlar 57 Kiloda gümüş madalya kazanarak hepimizi gururlandıran, göğsümüzü kabartan milli tekvandocu Azize Tanrıkulu'nun Şırnak'ın Eruh ilçesi olan görev yeri,Antalya Çağlayan Lisesi (beden eğitimi öğretmeni) olarak değiştirildi. Elbette ki bu gelişme herkesi oldukça memnun etmiş olmalıdır
zira bu kadar başarılı bir sporcumuzun maalesef ülkemizin acı bir gerçeği olan bölgeler arasında ki bir takım farklardan ötürü spor yaşantısının sekteye uğrasması kimseyi memnun etmezdi hele başarılı sporcu yetiştirmek konusunda bu denli başarısız bir durumdayken.
Ancak 77 milli sporcu için yapılması öngörülen bu değişiklikler nedense sadece Azize Tanrıkulu için yapılmış. Eh kardeşim onun görev yeri zor diye kendin yazmadın mı yukarıda, üstelik o coğrafyayı yakından tanıyan birisi olarak hak vermiyor musun bu değişikliğe sorularını duyar gibiyim. Evet elbette çok yerinde ve isabetli bir karar olduğunda hemfikirim ancak geriye kalan 76 sporcumuzun spor hayatlarını idame ettirebilecekleri yerlerde görev almalarının sağlanmasıda en az Azize'nin durumu kadar önemlidir itirazım buna sadece. Üstelik aşağıda ki haberde görüleceği gibi Güneydoğu Bölgemiz'e atanan tek sporcumuz Azize değilken !
"21 Ağustos'ta yapılan öğretmen atamasında, Büyük Bayanlar Akdeniz Olimpiyat Oyunları ikincisi milli güreşçi Nadir Uğrun Perçin Şırnak'ın Cizre Taşhöyük İlköğretim Okulu; Büyük Erkekler Akdeniz Olimpiyat Oyunları Güreş Şampiyonu Levent Kaleli Şırnak'ın Cizre Kaymakam Mümin Heybet İlköğretim Okulu; Dünya ve Avrupa şampiyonalarına katılan milli hentbolcü Tuğba Akalan Şırnak'ın Beytüşşebap Taşarası İlköğretim Okulu; milli okçu Sevinç Kuzu Şırnak'ın İdil Bozburun Köyü İlköğretim Okulu; bir diğer milli okçu Burcu Çeviren Şırnak'ın Uludere Merkez Çok Programlı Lisesi'ne atandı."

Elbette oradaki çocuklarımızın da öğretmene ihtiayçları var, elbette vatanın her karış toprağında olduğu gibi o zor şartlar altında görev yapmak çok kutsal ancak başarılı sporcular yetiştirmek konusunda bu denli zorlanıyorken yetişmiş Milli sporcularımız içinde bir şeyler yapılabilmeli. Bir bayan basketbolcu orada hangi takımda görev alıp spor yaşantısını sürdürebilir ? bir bayan yüzücü çalışmalarını hangi koşullar altında sürdürebilir merak ediyorum !!! çok mu zor bu 77 pardon 76 milli sporcumuzu spor yaşantılarını devam ettirdikleri yerlerde görevlendirmek. Bursa'da görevli bir öğretmen Kayseri'de ki bir takımda yer alıyorsa atamasının oraya yapılması çok mu zor ! Başarısız sonuçlar ardından nutuk atmak yerine doğru başladığınız işleri kişiye özel hale olmaktan çıkartıp başladığınız gibi tamamlamanız dileği ile....



MEB Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği :


MADDE 33- (1)Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne bağlı federasyonlarda millî takım antrenörü veya sporcusu seçilmeleri nedeniyle hizmetine ihtiyaç duyulanlar federasyonlarca görevlendirildikleri yerlere yer değiştirme isteğinde bulunabilirler.

2 Kasım 2008 Pazar

Dün Gece Beyoğlu'nda (D.Ç)


Nereden geliyor bu ses... kimdir bu aryayı söyleyen güçlü nefes ?
Kim haykırıyor var gücüyle Habanera'yı Beyoğlu'nun arka sokaklarında.
Magnolia'dan fırlamışçasına
"aşk isyancı bi kuştur..hiç kimse onu evcilleştiremez.." diye haykıran bu güzel de kim ?
Ölüm kadar yakıcı gece kadar parlak teninle
Yüzünü görenleri gündüzlere düşman eden
O simsiyah, o gece karanlığı sesine inat
öncesizliğini
Gözlerinde açan kan kırmızı güllerle gizleyen
bu geçmiş bir zamanın evsahibesi kim ?
Karmenmiş adın.... !!! çingeneler kraliçesi yani
Kimsesiz bir rüya asla gündüz görülmeyen
Sokağın başında ki kör kemancı söyledi
Karmenmiş adın.... !!! çingeneler kraliçesi yani....
Seni çağırmak boşuna da olsa
ismin hala en güzel ispanya
bambaşka bir lisanda
ve sesin dünden beri çınlıyor madrid'in değil
Beyoğlu'nun arka sokaklarında...
Ey karmen ey yaşı olmayan kadın
Öğrendiğimden beridir ismini
Geleceğe değil
Ama
Geçmişime umutla bakıyorum.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Sel durur, yangın söner elbette bir gün ey vatan


Yıl 1919


"Başka bir aşk istemez aşkınla çarpar kalbmiz... "


Bir Türk genci üniversiteli (Mülkiyeli) Celal


Yıl 2008


"Belki de daha iyi olurdu. Belki yabancı manda altında inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik. Daha özgür olabilirdik..."


Bir Türk genci üniversiteli Nuray


Nelerden vazgeçiyoruz bir düşünsene ??? Senin inancını yaşamak adına ! mandası, öküzü, buzağısı altında olmayı kabul ettiğin memleketler senin inanç kardeşlerini bombalarlarken dikkat ettin mi ölen kız çocuklarının başlarında örtüleri var mıydı ?


Bu gün Cumhuriyet'in 85. yılı...


Sen başında allı güllü "versace" örtüyle mandalara methiyeler düzüp dedelerinin kemiklerini sızlatırken bağımsızlıklarından vazgeçenler önce ama en önce inançlarından vazgeçiyor kardeş topraklarında.


Bu gün Cumhuriyet'in 85. yılı...


Mandadan, öküzden, koyundan sonra gelen sen


senden bir tane daha olmazsa mahkemede şahitliği kabul edilmeyen sen


bildiğin tek sandık seçim sandığı, değil çeyiz sandığı olan sen


kardeşlerin, kardeşlerimiz


kocaman kocalarından izin kağıdı almadan alışverişe gidemezken


1, 2, 3, 4 senden biriyken


ve sırf bu coğrafyalarda doğmaları yüzünden bazıları ölüyorken burunun dibinde


Sen o güzel, o pahalı, o çok renkli "versace" n ile


Televizyona çıkıp manda, öküz, buzağı diye hezeyanlarını dillendirebiliyorsan


85 gün, günde 85 kere dua et o sevmediğin Atatürk'e...

26 Ekim 2008 Pazar

Hiç Bir Şey


Şahrud'un Seydunay'ına duyduğu aşktır ve başka türlüsünü öğrenmektir bildiğin tüm dillerin ve dinlerin !


Alamut'tur bir kıyısı, yıkılan kumdan bir kale diğer yarısı... Hasan El -Sabah'ın sahte cennetidir belki de ya da gerçek bir bahar havası.


Bilmek mi ? şimdiden mümkün değil, anlamaksa uzak ihtimal. Sıyrıldığımızda kendimizden ve geride bıraktığımızda yarınımızı ve ben hiçliğimi ilan ettiğimde ve düne ait olanların dünle gitmesine izin verdiğimizde cancazım belki Nazım gibi müridi olamayacağız Mevlana'nın ama anlayacağım Şahrud mu yoksa Seydunay mıdır suyu kana çeviren !


Kendi cehennemini yaratır her insan ve her cehennem aklar günahlarını yananın. Araf'ta o güzel dağ için Urf olmak, yananı yandığına şükrettirecek ödülüdür bu kafaretin. Oysa övgüye mazhar olan bir sufinin ürkmesi gibi korkutur yanmak için yananı bu ödül. "Tek olanı " aramaktır kendi cehenneminde ateşi körükleyenlerinde, aşka aşık olan Sufilerinde ödülü... Ve cevaplarda değil sorulardadır iman edilen...


Yıldızlı, uzun gecelerde beklenen Nazım'ın gelen kadını değil, Baudelaire'in seni sarıp döne döne götürecek zamanıdır.


Bir gün ölmekle başlayacak ve bir gün doğmakla son bulacak olan. Cevaplarını istemiyorum , sorularım bana yeter !!!

23 Ekim 2008 Perşembe

Asla Yalnız Yürümeyeceksin (mi acaba ?)


when you walk through a storm, hold your head up high and don't be afraid of the dark.

"Asla yalnız yürümeyeceksin
fırtınada yürürken başını hep dik tut,
ve karanlıktan sakın korkma.
çünkü sonunda altın rengi bir gökyüzü
ve mutluluğun gümüşten şarkısını bulacaksın.
hayallerin sarsılsa da, alt üst olsa da,
rüzgarda, yürümeye devam et
yağmurda, yürümeye devam et.
kalbinde umutla, yürümeye devam et
ve bil ki, hiçbir zaman yalnız yürümeyeceksin
asla ama asla yalnız yürümeyeceksin"


Bir çoğumuzun en azından melodisini ezbere bildiğimiz "You will never walk alone" şarkısının (Carousel müzikali için 1945'de bestelenmiş) ya da cuk oturan manasıyla Liverpool takımıyla bütünleşmiş bu marşın Türkçe sözleridir yukarıda yazan dizeler... "Kop" tribünü tarafından söylenmeye başlayan ve tüm Anfield Road'a ya da konuk olunan stada yayılıp rakip takım taraftarlarını bile kendisine eşlik ettiren marşın sözleridir yukarıda ki dizeler... Doğruluğundan, samimiyetinden kimsenin şüphe etmeyeceği Liverpool'un ligde ki durumu, maçın o an ki skoru her ne olursa olsun gerçek bir inançla ve gerçekliğine imanla haykırılan bir tribün efsanesidir, taraftarların takımlarına verdiği sözdür "Never Walk Alone"...


Mealen bizim "Beraber yürüdük biz bu yollarda" tazahüratını anımsatsa da çok daha gerçektir ve bunu işiten sporcu bilir ki bu yolda asla yalnız yürümeyecektir. Tıpkı bizim sporcularımızın olduğu gibi demeyi çok isterdim !!! ama ne yazık ki spordan anladığımız futboldan ibaret olduğu için en fazla biraz zorlarsak futbolcular için kullanabiliriz bu fantastik ve büyülü ifadeyi, eğer onlarda da kendilerini 3-5 yenilgi ile sınava çekmeye kalkmazsa.


Dün Akatlar'da tarihi bir an vardı ve ne yazık ki bu ana basın mensupları ve sporcu yakınları dahil olmak üzere toplam 87 (tek tek saydım !) kişi tanıklık etti. Beşiktaş Cola Turka bayan basketbol takımı tarihinde ilk kez katıldığı bayan basketbolunun bu en önemli organizasyonunda, adına EuroLeague dedikleri bu Şampiyonlar Ligi mücadelesinde yalnız yapayalnız kaldı. Sahasında öyle bir maç oynadık ki Beşiktaşlı kızlar uzun zamandır izlediğim en heyecan verici, en akılda kalan karşılaşmalardan birisiydi dünkü karşılaşma. Top kapmak için canını dişine takan oyuncular, yapılan hatalar, hataları telafi etmek için gösterilen ekstra gayret, pota altında yaşanan meydan muharebeleri, hırs, heyecan, mücadele yani 32 kısım tekmili birden vardı dün BJK Akatlar Cola Turka Arena'da. Olmayan şey ise o veya bu şekilde Beşiktaş Jimnastik Kulübü tarihinde yerini alacak olan bu karşılaşmaya gösterilmeyen değerdi. Beşiktaş Kulübü Başkanı Sayın Yıldırım Demirören'in bayan basketbol maçlarına gelmek gibi bir adeti olmadığını biliyoruz, yöneticilerden de pek fazla rağbet olduğunu söylemek mümkün değil bayan takımı maçlarına ancak hiç olmazsa dün bu önemli karşılaşmada yanlarında görmek isterlerdi sanırım kızlar yöneticilerini. Asıl orada olması gerekenler o salonun gerçek sahipleri siyah beyazlı taraftarlarda yoktu ne yazık ki, olanlarda ellerinden geleni yapıp takımlarına destek olmaya çalıştılar. Beşiktaşlı taraftarlar şunu iyi bilmeli ki dün kadroca kendisinde üstün bir Avrupa takımını o boş salonda yenen Beşiktaşlı kızlar, mütevazı kadrolarına rağmen o salon dolduğunda çok daha büyük işlere imza atabilirler. Bunun anahtarı yönetimin biraz alakası ve Beşiktaş taraftarının desteği olacaktır. Salon merkezi ve modern, biletler bedava, takım canını dişine takıyor o halde iş sadece o anahtarı kullanıp kullanmayacağınıza karar vermekte. Kısacası top sizde sayı sırası sizde.