29 Ekim 2008 Çarşamba

Sel durur, yangın söner elbette bir gün ey vatan


Yıl 1919


"Başka bir aşk istemez aşkınla çarpar kalbmiz... "


Bir Türk genci üniversiteli (Mülkiyeli) Celal


Yıl 2008


"Belki de daha iyi olurdu. Belki yabancı manda altında inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik. Daha özgür olabilirdik..."


Bir Türk genci üniversiteli Nuray


Nelerden vazgeçiyoruz bir düşünsene ??? Senin inancını yaşamak adına ! mandası, öküzü, buzağısı altında olmayı kabul ettiğin memleketler senin inanç kardeşlerini bombalarlarken dikkat ettin mi ölen kız çocuklarının başlarında örtüleri var mıydı ?


Bu gün Cumhuriyet'in 85. yılı...


Sen başında allı güllü "versace" örtüyle mandalara methiyeler düzüp dedelerinin kemiklerini sızlatırken bağımsızlıklarından vazgeçenler önce ama en önce inançlarından vazgeçiyor kardeş topraklarında.


Bu gün Cumhuriyet'in 85. yılı...


Mandadan, öküzden, koyundan sonra gelen sen


senden bir tane daha olmazsa mahkemede şahitliği kabul edilmeyen sen


bildiğin tek sandık seçim sandığı, değil çeyiz sandığı olan sen


kardeşlerin, kardeşlerimiz


kocaman kocalarından izin kağıdı almadan alışverişe gidemezken


1, 2, 3, 4 senden biriyken


ve sırf bu coğrafyalarda doğmaları yüzünden bazıları ölüyorken burunun dibinde


Sen o güzel, o pahalı, o çok renkli "versace" n ile


Televizyona çıkıp manda, öküz, buzağı diye hezeyanlarını dillendirebiliyorsan


85 gün, günde 85 kere dua et o sevmediğin Atatürk'e...

26 Ekim 2008 Pazar

Hiç Bir Şey


Şahrud'un Seydunay'ına duyduğu aşktır ve başka türlüsünü öğrenmektir bildiğin tüm dillerin ve dinlerin !


Alamut'tur bir kıyısı, yıkılan kumdan bir kale diğer yarısı... Hasan El -Sabah'ın sahte cennetidir belki de ya da gerçek bir bahar havası.


Bilmek mi ? şimdiden mümkün değil, anlamaksa uzak ihtimal. Sıyrıldığımızda kendimizden ve geride bıraktığımızda yarınımızı ve ben hiçliğimi ilan ettiğimde ve düne ait olanların dünle gitmesine izin verdiğimizde cancazım belki Nazım gibi müridi olamayacağız Mevlana'nın ama anlayacağım Şahrud mu yoksa Seydunay mıdır suyu kana çeviren !


Kendi cehennemini yaratır her insan ve her cehennem aklar günahlarını yananın. Araf'ta o güzel dağ için Urf olmak, yananı yandığına şükrettirecek ödülüdür bu kafaretin. Oysa övgüye mazhar olan bir sufinin ürkmesi gibi korkutur yanmak için yananı bu ödül. "Tek olanı " aramaktır kendi cehenneminde ateşi körükleyenlerinde, aşka aşık olan Sufilerinde ödülü... Ve cevaplarda değil sorulardadır iman edilen...


Yıldızlı, uzun gecelerde beklenen Nazım'ın gelen kadını değil, Baudelaire'in seni sarıp döne döne götürecek zamanıdır.


Bir gün ölmekle başlayacak ve bir gün doğmakla son bulacak olan. Cevaplarını istemiyorum , sorularım bana yeter !!!

23 Ekim 2008 Perşembe

Asla Yalnız Yürümeyeceksin (mi acaba ?)


when you walk through a storm, hold your head up high and don't be afraid of the dark.

"Asla yalnız yürümeyeceksin
fırtınada yürürken başını hep dik tut,
ve karanlıktan sakın korkma.
çünkü sonunda altın rengi bir gökyüzü
ve mutluluğun gümüşten şarkısını bulacaksın.
hayallerin sarsılsa da, alt üst olsa da,
rüzgarda, yürümeye devam et
yağmurda, yürümeye devam et.
kalbinde umutla, yürümeye devam et
ve bil ki, hiçbir zaman yalnız yürümeyeceksin
asla ama asla yalnız yürümeyeceksin"


Bir çoğumuzun en azından melodisini ezbere bildiğimiz "You will never walk alone" şarkısının (Carousel müzikali için 1945'de bestelenmiş) ya da cuk oturan manasıyla Liverpool takımıyla bütünleşmiş bu marşın Türkçe sözleridir yukarıda yazan dizeler... "Kop" tribünü tarafından söylenmeye başlayan ve tüm Anfield Road'a ya da konuk olunan stada yayılıp rakip takım taraftarlarını bile kendisine eşlik ettiren marşın sözleridir yukarıda ki dizeler... Doğruluğundan, samimiyetinden kimsenin şüphe etmeyeceği Liverpool'un ligde ki durumu, maçın o an ki skoru her ne olursa olsun gerçek bir inançla ve gerçekliğine imanla haykırılan bir tribün efsanesidir, taraftarların takımlarına verdiği sözdür "Never Walk Alone"...


Mealen bizim "Beraber yürüdük biz bu yollarda" tazahüratını anımsatsa da çok daha gerçektir ve bunu işiten sporcu bilir ki bu yolda asla yalnız yürümeyecektir. Tıpkı bizim sporcularımızın olduğu gibi demeyi çok isterdim !!! ama ne yazık ki spordan anladığımız futboldan ibaret olduğu için en fazla biraz zorlarsak futbolcular için kullanabiliriz bu fantastik ve büyülü ifadeyi, eğer onlarda da kendilerini 3-5 yenilgi ile sınava çekmeye kalkmazsa.


Dün Akatlar'da tarihi bir an vardı ve ne yazık ki bu ana basın mensupları ve sporcu yakınları dahil olmak üzere toplam 87 (tek tek saydım !) kişi tanıklık etti. Beşiktaş Cola Turka bayan basketbol takımı tarihinde ilk kez katıldığı bayan basketbolunun bu en önemli organizasyonunda, adına EuroLeague dedikleri bu Şampiyonlar Ligi mücadelesinde yalnız yapayalnız kaldı. Sahasında öyle bir maç oynadık ki Beşiktaşlı kızlar uzun zamandır izlediğim en heyecan verici, en akılda kalan karşılaşmalardan birisiydi dünkü karşılaşma. Top kapmak için canını dişine takan oyuncular, yapılan hatalar, hataları telafi etmek için gösterilen ekstra gayret, pota altında yaşanan meydan muharebeleri, hırs, heyecan, mücadele yani 32 kısım tekmili birden vardı dün BJK Akatlar Cola Turka Arena'da. Olmayan şey ise o veya bu şekilde Beşiktaş Jimnastik Kulübü tarihinde yerini alacak olan bu karşılaşmaya gösterilmeyen değerdi. Beşiktaş Kulübü Başkanı Sayın Yıldırım Demirören'in bayan basketbol maçlarına gelmek gibi bir adeti olmadığını biliyoruz, yöneticilerden de pek fazla rağbet olduğunu söylemek mümkün değil bayan takımı maçlarına ancak hiç olmazsa dün bu önemli karşılaşmada yanlarında görmek isterlerdi sanırım kızlar yöneticilerini. Asıl orada olması gerekenler o salonun gerçek sahipleri siyah beyazlı taraftarlarda yoktu ne yazık ki, olanlarda ellerinden geleni yapıp takımlarına destek olmaya çalıştılar. Beşiktaşlı taraftarlar şunu iyi bilmeli ki dün kadroca kendisinde üstün bir Avrupa takımını o boş salonda yenen Beşiktaşlı kızlar, mütevazı kadrolarına rağmen o salon dolduğunda çok daha büyük işlere imza atabilirler. Bunun anahtarı yönetimin biraz alakası ve Beşiktaş taraftarının desteği olacaktır. Salon merkezi ve modern, biletler bedava, takım canını dişine takıyor o halde iş sadece o anahtarı kullanıp kullanmayacağınıza karar vermekte. Kısacası top sizde sayı sırası sizde.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Muhtelif Sayıklamalar


Her gün birileri ölüyor...


Birilerinin onlarcası yüzlercesi


Ama her gün aynı kişi ölüyor


Ve ben çok sıkıldım bu işlerden (!)


Uyumakla uyanmak arasında ki zamanda taze ölüler


Sonra uyanmakla uyumak arasında ki cestelere ekleniyor...sonra ben çok sıkılıyorum bu işlerden (!)


Kötü şarkılar dinleyip, ucuz içkilerle sarhoş oluyorum


Midem bulanıyor kusamıyorum daha da kötüsü haberleri dinliyorum.


3 ıraklı, 2 filistinli, 5 afrikalı aç çocuk (aç olarak) , 7 tanede cenin öldürüldü


Ama dansa devam ediyor ekranda, düşük yapan devlet kanalının üstü ciddi ama altı aşifte spikeri...


Çok uluslu şirket temsilcileri dünyada ki istikararın devamı için sağa sola çiçekler bırakıp tüm yaşananları kıçları ile alkışlıyorlar...


Susun diyorum hepsine !!!


Susuyorlar...


Sonra ben yeniden sıkılıyorum


Midem bulanıyor yeniden


Doktora gidip küfür ediyorum.


Ve çocuklar ölmeye ben sıkılmaya


Hep beraber kıçımızın üzerinde oturmaya devam ediyoruz...her gün aynı kişi ölmeye devam ederken.

17 Ekim 2008 Cuma

Vatan Sağolsun !


Hadi Şehitlere kelle, terörist başına sayın diyen zatın başında olduğu partiye mensup kişilerin görüşmemesi olağan ! Hadi sivil, asker, Türk, Kürt binlerce kişinin öldüğü eylemlere bir kez dahi terör deyip bu vahşeti kınyamayanların, göbekleri kandile bağlı olanların görüşmek için çaba sarf etmememesi de doğal, bunlar anlaşılır şeyler de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kapısını 3 gün boyunca aşındıran ve inayet değil sadece evlatlarına onurluca iş isteyen bir şehit ana-babasıyla görüşemeye tenezzül etmeyen diğerlerine ne demeli ? Hani tüm siyasetini üniter devlet yapısı, laik devlet düzeni üzerine kuran partinin mebuslarına, mensuplarına ne demeli ? Bu ülkenin kurucu iradesi olan bir partiden bahsediyorum yanlış anlaşılmasın ! Peki seçim meydanlarında urgan atıp bölücübaşının kellesini isteyen genel başkanın (ki idam cezasının kaldırılmasında bizzat şahsının imzası mevcuttur) , şehit cenazelerinde slogan atıp adeta miting alanına çeviren zihniyetin partisine ne demeli ! hoş onların şehit yakınlarıyla olan alakalarına geçtiğimz yıllarda parti merkezine bırakılan "şehit aileleri derneği" ne ait siyah çelengi tekmelerken yakinen şahit olmuştuk ekranlar aracalığıyla. Adınıda "sol" kelmesi geçen diğer partiyle ilgili bir şey demeye hacet yok zaten onlar önce allah sonra Rahşan Hanım'a emanetler, yoksa tam tersimiydi !!!


Yok muydu 80 milyonluk milleti temsil eden anlı şanlı 550 vekilden bir tane, çıkıpta bu insanlarla görüşecek, dertlerini dinleyecek olanı ?


Yok muydu evladınız evladımızdır, acınız acımızdır, evlatlarınıza iş bulmak için elimizden gelen gayreti göstereceğiz diyecek bir babayiğit !!! Seçim bölgelerinden gelen oy depolarına saatler ayıran, meclis genel kurullarında dahi torpil talepleriyle ilgili kartvizit yazmaktan zerre çekinmeyenler 3 gün gün boyunca kendileriyle görüşme umuduyla meclise gelip giden bu şehit ana-babasına 15 dakika ayıramayacak denli meşguldüler sanırım. Peki neydi bu insanların suçu ? Evlatlarını kaybettiklerinde "vatan sağolsun" demeleri mi ? , bir yetkili ve etkili zaatın yakini olmamaları mı? (ki öyle olsaydı şehit anne babası olurlar mıydı orası da muamma !) Kömür, bulgur, imar tadilatı, fener (el değil deniz ) talep edenlerden olsalar dertleriyle ilgilenir miydi acaba ? Suçları inayet, avanta değilde geride kalanların onurluca yaşayabilmesi için evlatlarına iş istemeleri mi !!! Oralarda görev yapan askerlerin en büyük desteği moraldir, kendilerine bir şey olduğunda geride kalanları hatırlayacak olan devlet babadır, operasyona çıkarken tuzaklanan mayının, atılan pusunun kendisine vereceği zararı değil kendisine bir şey olursa geride kalanların halini düşünür ve bilmek ister ki bu vatan uğruna can verdiğinde verdiğinin nasihat değil CAN olduğunu bilen birilerinin var olduğunu.


Gecenin 3 ünde verilen alarmla karakolun irtibat hendeğine yol alan memed bilmek ister ki bölünen 2 saatlik uykusu vatan içinidir ve vatan şehitlerinin emanetine sahip çıkar ! Bu çok önemli bir motivasondur ağalar beyler bu motivasyondur o şartlarda insana gık demeden görev yaptıran o motivasyondur evladı öldüğünde "vatan sağolsun" dedirten ana babalara... İnayet, ayrıcalık, ödül değildir hatırlanmaktır, emanetine sahip çıkılmasıdır beklenen. Eğer bu motivasyonu ortadan kaldırırsanız duvarın kilit taşını yerinden sökersiniz ve o duvar çökerse hepimiz altında kalırız... Bunları rahat koltuğumda bilgisayarın başında ne kadar kolay yazdığımı düşünen, hariçten gazel okuma diyenler içinde küçük bir dip not : bahsi geçen coğrafyada bulunan, taş attığında attığı taş ülke değiştirecek kadar K.Irağa yakın bir sınır bölüğünde askerlik görevini yapmış ve bahsi geçen motivasyonu iliklerine kadar hissetmiş biridir bu satırların yazarı. Vatanı satmak isteyenlerin bir "Taraf" ı var, vatanı uğruna can verenlerin emanetlerine sahip çıkacak ordudan başka taraflarda olmalı !

Spor Gazetesiymiş.. Pehh !


Önce basketbolun gündemine bir göz gezdirelim, bakalım ülke basketbolunun gündeminde hangi konular var bir hatırlayalım...

Dün Fenerbahçe ve Beşiktaş Cola Turka takımlarının oynadığı bayanlar Euroleague karşılaşmaları var - ki hatırlatmakta fayda var bu bayan basketbolunun Avrupa'daki en büyük, en önemli organizasyon olarak kabul edilir-, Bugün başlayacak olan 2008-2009 Beko Basketbol Ligi sanırım gündemin bir parçasıdır, dün, milli takımımızın da mücadele edeceği Avrupa Bayanlar Basketbol Şampiyonası'nın kuraları çekildi, Haftalardır tartışılan Türkiye Basketbol Federasyonu seçimleri ile ilgili yeni gelişmeler yaşandı... Basketbol için hiç de fena olmayan dolulukta bir gündem diye değerlendirilebilir zannederim yaşadıklarımız. Bu durumda basketbolu seven bir kişi ne yapar gider bir spor!!! gazetesi satın alır, yavaş yavaş sayfaları çevirir ve basketbola ait haberlere ulaşmaya çalışır ama o da ne logosunun üzerine"Türkiye'nin en çok satan spor gazetesi" ibaresini koyan gazetede basketbol haberleri bir sayfanın 8/1'i kadar yer bulabilmiştir kendisine ancak işin asıl şaşırtıcı kısmı mikroskop yardımıyla okunabilecek boyutta yer alan basketbol haberinin hemen yanında neredeyse bir tam sayfa basketbol ligininin ilanının görmek olur. Zira adına spor gazetesi diyen ama basketbola ancak bir sigara paketinden biraz daha büyükçe bir yer ayıran bu yayın organı tam sayfa basketbol ilanı almakta bir mahsur görmemiştir. basketbola bu kadar komik yer ayrıldığına göre ya basketbol spor değil ya da o gazete spor gazetesi falan değil. Adına dürüstçe futbol gazetesi dense ortada hiçbir sorun kalacağını sanmıyorum, merak ediyorum acaba bu reklamı da basketbol haberinden mi sayıyorlar neticede top-pota resimleri falan var ya reklamda neden olmasın! Ne güzel hem basketbol haberi yaptık hem de üzerine para kazandı gazetemiz diyorlar mıdır bilmem bildiğim tek bir şey var; kimseler umursamasa da madden ve manen büyük fedakarlıklar gerektirse de, basketbolumuzun Fanatik Basket'e, Pivot Dergisi'ne, 6. Adam'a ve diğer basketbol yayınlarına ne kadar ihtiyacı olduğu gerçeğidir, zira günlük gazetelerde zaten kısıtlı olan spor sayfalarında basketbolun kendisine hatırı sayılır derecede yer bulması neredeyse imkansız gibi görünmekte... Basketbol kendi seyircisini yaratmak zorunda olduğu gibi kendi yayınlarınada sahip çıkmak zaruretindedir yoksa bu ligin değeri değil yüzlerce milyon dolarla, milyar dolarlarla ifade edilse takımlar 300-500 kişiye maç oynamaya mahkum olmaktan kurtulamayacaklar. Sahi Olimpiyatlar sonrasında herkesin üzerinde tartıştığı ulusal spor hamlesinden ne haber??? yoksa o konuda popülerliğini kaybedip, cazibesini yitirdi mi !

13 Ekim 2008 Pazartesi

Parçalı forma...


Dün oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası mücadelesini beklenildiği üzere adına kupa tertip edilen Reis-i cumhurumuz teşrifleriyle onurlandırmadılar


Ancak hiç olmazsa erkekler maçını onurlandırarak kupayı verdiler...Ne denir bunada şükür bir önceki dönemde bu bile olmuyordu. Ancak TBF'nin bu karşılaşmayı farklı bir günde İstanbul'da oynatmamasını hala bir fırsat kaybı olarak görüyorum. Karşılaşma hakkında uzun uzadıya yazmaya gerek yok benim nazarımda maçın özeti İSTEYEN, MÜCADELE EDEN kazandı, 1-3-1 alan savunması, bilmem kaçıncı set, istatistikler işin teferruat kısmı. 103. Yılını kutlayan Galatasaray sahaya Galatasarayla özdeşleşmiş olan parçalı formayla çıkarak daha karşılaşmanın başında ben buradayım dedi. Peki böylesi önemli bir maça "Çubuklu" sarı-lacivert forma yerine, renginin kerameti kendinden menkul turkuaz formayala çıkan Fenerbahçe'ye ne demeli ??? Futbol takımının bile bu sezon giymeyeceği bu formaları giymekteki amaç neydi acaba... Neyse mutlaka kendilerince cevapları vardır... Fenerbahçeli bayanları taşıyan otobüsü taşlayan bir kaç zeka özürlüyü saymazsak tribünlerde küfüre yer olmaması oldukça mutluluk vericiydi, ayrıca taş atanlara bizzat Galatasaraylı taraftarların müdahale ederek bu eylemlerinden ötürü pişman ettiklerini işittimbu doğruysa çok sevindirici bir ayrıntı. Sarı-Kırmızılılar tribünde başlayan üstünlüklerini, sahada da sürdürdüler açıkçası Fenerbahçeli sporcuların zaman zaman kötü oynamaya hakları olsa da bu denli önemli ve büyük bir karşılaşmada bu kadar isteksiz, bu kadar dağınık görünmeye hakları olduğunu sanmıyorum. WNBA şampiyonu olan ve henüz bir kaç gün önce yeni takımına katılıp ayağının tozuyla bu maça çıkan otuzsekiz (38) yaşında ve oldukça kariyerli bir oyuncu olan Taj Mc-Williams Franklin'in sahada sergilediği mücadele, adeta canını dişine takarak oynaması sanırım bazı oyunculara örnek olmalı ! transfer zamanlarında profesyonell oldukları akıllarına gelenler gerçek profesyonelliğin ne olduğunu dün görmüşlerdir umarım. Sahi WNBA dedik aklımıza geldi Fenerbahçe'nin yeni transferi, eski oyuncuları Nicole Powell nerelerde acaba... ? WNBA şampiyonu takımın oyuncusu Galatasaray formasıyla maça çıkabildiğine göre Nicole Powell herhalde WNBA sezonunun sona erdiğinden henüz bihaber !!! lam'ıyla cim'iyle elif'iyle be'siyle daha çok isteyen, daha iyi mücadele eden, sahaya yüreğini koyan taraf kupanın sahibi oldu. Kazanan Parçalı forma oldu, sahi Çubukluyu gören var mıydı ???

9 Ekim 2008 Perşembe

Ne Ülker'miş ama...


Bakmayın siz operasyon üzerine operasyon yapıldığına, gözlaltılara, tutuklama kararlarına meğer işin aslı bizim bildiğimiz gibi değilmiş. Bu ülkede her şeyin olduğu gibi Ergenekon'un müsebbibi de "Ülker" firmasıymış!!! Araştırmak lazım acaba Agarta örgütüyle bağlantısı nedir diye.

Sorup soruşturdum Topkapı'da değil aslında Mu kıtasındaymış fabrikası, yönetim bölümü de Atlantis'te bulunuyormuş, şirketi de sanılanın aksine CEO'lar falan değil bildiğimiz (ya da bilmediğimiz) inisiyatörler yönetiyormuş... Yazdıklarım sizlere komik, hayal ürünü, garip bir komplo teorisi gibi geldi değil mi? Evet hakkınız var yazarken de bana öyle gelmişti zaten ama Hıncal Uluç'un bugün yazdıklarından daha fazla değil inanın bana. Ne demiş usta kalem yazısında bir göz atalım arzu ederseniz: "Üç büyüklere tonla para yatırıyor Ülker her yıl, basketbol için. Bu sayede üç büyükler yeniden "Üç büyük" oldular. Yeniden seyirci toplamaya başladılar. Basketbola renk, heyecan geldi. Teşekkürler.. Ama kendi bindikleri dalı kesiyorlar.. Diyeti verdiler diye kolu yönetmek de istiyorlar. En canlı örnek Galatasaray!.. Ülker'den gelen para ile iyi takım kuran Galatasaray iyi sonuç alamıyor. Neden?. Çünkü kulüp istediği, düşündüğü, konuştuğu hocayı işin başına getiremiyor. Ülker "Parayı veren düdüğü çalar" diyerek, belki de adını verdiği Fener'e fazla da rakip olmasını istemeyerek "Bizim seçtiğimiz bu hoca ile devam edeceksiniz" diye baskı yapıyor ve Galatasaray sıradan bir takım olmanın ötesine geçemiyor. İşte yeni sezon gene o sıradan "Ülker Hocası" ile başladı ve işte sonuçlar.. Gelen giden yeniyor Galatasaray'ı.."


Sevgili Hıncal Uluç hemen her konuda olduğu gibi konuyu yine Ülker'e dayandırmayı bir şekilde başarmış. Başarmış başarmasına da ne yazık ki yazdıklarını araştırma zahmetine girişmemiş, sağdan soldan duyduklarını böyle bir yazı kaleme almak için kafi görmüş! Eh olacak o kadar o bir Hıncal Uluç o ne diyorsa doğrudur deyip bildiklerimizi paylaşmayacak değiliz sanırım. Biraz geriye birkaç ay öncesine dönelim; o tarihlerde Galatasaray Kulübü ile Erman Kunter arasında görüşmelerin başladığı, hatta işin imza aşamasına kadar geldiği bilinmekteydi peki bu transferin olmamasının gerekçesi neydi? Sayın Uluç'un iddia ettiği gibi Fenerbahçe Ülker'e rakip çıkmasını istemeyen Ülker Grubu mu? Hayır efendim tek sorun Kunter'in istediği Fransız oyuncuları ve bazı talepleri son dakikada kabul etmeyen, bu oyuncular bizi şampiyonluğa taşıyamaz diye görüş belirten Galatasaraylı bazı yöneticilerdi. Daha imza atmadan seçtiği oyunculara güvenilmeyen, takım kurarken bile işine karışılmaya çalışılan Erman Kunter de bu yaklaşımı kabul etmeyerek bu anlaşmadan vazgeçmiş oldu. Erman Kunter'in seçtiği oyuncular konusunda pürüz çıkmasaydı, kendisine biraz itimat edilseydi bugün Galatasaray Cafe Crown'un başında Erman Hoca olacaktı!


Şimdi sormak istiyorum acaba Sayın Kunter de Ülker'in adamı mıydı da Galatasaray'a transferi gündeme geldi? Ya da aynı Ülker daha önce yollarını pek de hoş olmayan şekilde ayırdığı Ergin Ataman'ın geçtiğimiz sezon Beşiktaş Cola Turka'da çalışmasına neden itiraz etmedi, neden engellemedi? Yoksa Ülker'in sözü sadece Galatasaray'da mı geçiyor Sayın Uluç'a göre? Bu yazılanlara itimat edilmiyorsa Sayın Uluç yazısını yazarken yapmadığını yaparak konunun muhattaplarına sorabilir...

Ne Ülker'miş ama... Koskoca şirketler yıllardır ülke sporuna tek kuruş aktarmazken trilyonlarca lirayı gerek amatör gerek profesyonel sporun hizmetine sunan Ülker hayal ürünü senaryoların muhattabı olmaya devam ediyor. Korkum bu insanların da spordan soğuması "Paramızla rezil mi olacağız" diyerek yatırımlarına bir son vermeleri. Yoksa amaçlanan arzu edilen de bu mu??? Sahi dün gökten taş yağdı; onu da mı Ülker yaptı dersiniz...