24 Mart 2008 Pazartesi

Her Başlangıçta Yeni Bir Anlam Vardır


22 yıl önce kaybettiğimiz şair Edip Cansever'in "Umuş" adlı şiirinde geçen "Her Başlangıçta Yeni Bir Anlam Vardır" dizesi İstanbul Üniversitesi Spor Külübü yetkililerinin tekrar tekrar okuyup üzerinde günlerce tartışmalarını gerektirecek kadar anlamlıdır.

.... Anlamlıdır çünkü müzesinde lig şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı kupası bulunan ama bundan daha da önemlisi oluşturduğu alt yapı organizasyonuyla yıllardır Türk bayan basketboluna sayısız oyuncular kazandıran İstanbul Üniversitesi Bayan Basketbol Takımı gelecek sezon TBBL'de yer almayacak. Bu hazin tabloda en az pay sahibi olanların oyuncular ve teknik heyet olduğuna inanmaktayım, şahsi düşüncem İstanbul Üniversitesi'nde yetkililerin markalarını temsil eden, isimlerini taşıyan bu spor kulübününün başkanını ve yöneticilerini sezon ortasında ancak ve lütfen seçmeyi başararak oluşturdukları belirsizlik ortamı bu tablonun oluşmasının yegane nedenidir. Daha öncede 2. lig tecrübesi yaşamış olan bu kulübümüz yenilgisiz olarak 2. ligde şampiyon olmuş ve layık olduğu yere TBBL'ye yükselmişti, umarım bu gün ortaya çıkan durumu bir çöküşten ziyade bir fırsat olarak görmeyi başarırlar. Yapacakları uzun vadeli planlamamlarla yeniden TBBL'de iddialı olabilecek bir takımın temellerini atmak yolunda TBB2L İstanbul Üniversitesi için büyük bir fırsattırne demişti usta şair umuş adlı şiirinde "Nedensiz bir çocuk ağlaması bile çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır". Tıpkı geçen sezon olduğu gibi bu yıl da sonradan göreve gelerek düştü denilen Migros'a hayat veren ve ligde tutmayı başaran sevgili Erkan Metin'i kutlarım, umarım geçen yıl olduğu gibi bu başarısının ödülü yerine yeni bir antrenörle anlaşmak olmaz. Böylece çok inandığı alt yapı organizasyonuyla Migros'u uzunca yıllar kendi alt yapısından yetişmiş oyuncularla neler yapabileceğini kanıtlama şansı bulabilir.

19 Mart 2008 Çarşamba

Görmediğimiz Basketbol


Nba, Euroleague, Uleb, BBL, TBBL derken görmediğiz, ıskaladığımız onca çok şey var ki basketbol adına bu yazıda kıyısından köşesinden onlara değinmek istiyorum.

Örneğin size Yasemin Can'dan bahsetmek istiyorum. Beşiktaş Jimnastik Kulübü Tekerlekli sandalye basketbol takımının 12 numaralı formasını giyen 22 yaşındaki cesur yürekli kızdan, tıpkı Galatasaray formasıyla mücadele eden Seyran Orman ablası gibi o da erkeklerden kurulu bir takımda başarılı olmak için ter döküyor ve hayatın ona pek de adil davranmamasına rağmen yaşama sevincini basketbolda bulduğunu, basketbolun onu hayata bağladığını söylüyor sıklıkla. Onlar ve onlar gibi nicelerinin azimleri, yaşama sevinçleri hayata karşı takındıkları tavır engellerin aslında sadece beynimizde olduğunu hatırlatıyor bizlere. Örneğin Panküp Ted Kayseri Koleji'nin başarılı oyuncusu Serap Yücesir'den bahsetmek istiyorum. 2006 yılının Ocak ayında geçirdiği sakatlık sonrasında doktorların yeniden yürüme ihtimalini bile zayıf bulmalarına aldırmadan adeta tıp ilmiyle dalga geçercesine geçirdiği operasyondan tam 4 ay sonra yeniden sahalara dönen Türk basketbolunun efsane isimlerinden, Serap kolay yolu seçip basketbolu bıraksaydı sanırım kimse garipsemez kendisine hak verirdi. Oysa Serap Yücesir bir çok basketbolcunun aktif sporculuğu bıraktığı yaşlarda basketbola adeta yeniden dönerek "Yılmamak" kelimesinin gerçekte ne anlam ifade ettiğini bizlere bir kez daha ispat etmişti. Adını bile duyduğumuzda tüylerimizi diken diken eden Lenf bezi kanserine yakalanan Haluk Yıldırım'ın azmine, basketbol sevgisine ne demeli? Bizler hastalığın ismini duyunca yataklara düşerken o gerçek bir "Dev Adam" olduğunu ispatlarcasına ışık hızıyla sahalara dönmemiş miydi? Her idmanda her karşılaşmada daha minik takım oyuncularına dahi setler çizerek basketbolu öğrettiğini sanan bazı alt yapı koçu arkadaşlarımızın acaba kaç tanesi bu örnekleri yetiştirdiği sporculara anlattı. Sporun ve aslında hayatın yılmamak, mücadele etmek olduğunu o genç beyinlere kaç tanesi öğretmeye çaılıştı. Öyle ya setler her şeyden önce gelir bunları anlatacak kadar çok vakti yok kimsenin. Ne de olsa ortada kazanılacak çok maç, ezilecek çok rakip, kaldırılacak çok kupa dururken bu vakit kaybı niye! Basketbola aşina olan herkesin yolunun bir şekilde düşmüş olduğu Caferağa Spor Salonu'ndaki büfeyi işleten "Yalçın Baba"nın ben daha buradayım, uzun yıllar bu doyumsuz sosisli sandviçleri yemeye devam edeceksiniz dercesine yakalandığı hastalıkla girdiği ve galip geldiği mücadeleyi de unutmamak lazım. Kim bilir görmediğimiz görüp de es geçtiğimiz nice hikaye var bu sahalarda, salonlarda. Skorlara, galibiyetlere odaklanmaya son verdiğimizde görebileceğimiz ve hayata dair, başarmaya dair dersler çıkarabileceğimiz nice unutulmaz öyküler...

11 Mart 2008 Salı

6. Adam



Basket Dergisi, Fast Break, Pivot, Fanatik Basket derken 6. Adam dergisi de yayın hayatına son verdi.


Bunlar benim hatırladıklarım, hatırlayamadığım isimlerin olduğundan eminim. Acaba bu ülkede basketbol popülarite olarak futboldan sonra 2. spor dalıdır inanışımız koca bir yalan mı? Yoksa toplum olarak okumayı sevmediğimiz hele hele para verip bir yayını almayı pek hoş karşılamadığımız gerçeği ile mi yüzleşmeliyiz? Öyle ya bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkede basketbol yayınları ekonomik gerekçelerle birbiri ardına yayın hayatlarına son veriyorsa bu işte bir terslik olmalı. Şimdilik elimizde kalan benim de bayan basketbolu yazdığım Doğan Hakyemez'in inadı Over Time ve yabancı orjinli Slam dergileri (hatırlayamadıklarım varsa özür dilerim). Bari onlara iyi bakalım da sağda solda biz öyle basketbol ülkesiyiz, böyle ekolüz palavraları sıkarken, birisi yahu kaç yayın var ülkenizde basketbola dair diye sorarsa " Hiiççççç" cevabı verip rezil olmayalım. Bu ülkede lisanslı basketbolcu sayısı 2000'li yıllarda 30 bin iken, eline bir şekilde top değmiş, potaya şut çekmiş yüzbinler varken, taraftarı, seyircisi milyonlarla ifade ediliyorken bu yayınların maddi sebeplerle sonlanması anlaşılır gibi değil. Sporcuların büyük bir bölümü dergi almaz çünkü okumayı sevmez. Ipod'u, PlayStation'ı kafidir ona, eski basketbolcu büyüklerimiz dergi almaz bekler ki adreslerine gönderilsin, taraftarlar dergi almaz isterler ki kendi kulüplerinin borazanlığı yapılsın, o almaz bu almaz neticede ortada basketbol yayını kalmaz. Elbette yayınların, yayıncıların da kusurları vardır üzerinde tartışılması gereken ancak bu kusurlar bu neticenin gerekçesi olamazlar. Yıllarca büyük bir emek ve inatla Fanatik Basket gazetesini hazırlayan ve biz basketbolseverlere ulaştıran sevgili Ümit Avcı gazetenin yayınına son vermelerinin üzerinden neredeyse 10 ay geçmiş olmasına rağmen hala kendisinden takımları ile ilgili haber yapmasını isteyen çok sayıda yöneticinin, idarecinin olduğunu anlatınca güleyim mi, ağlayayım mı karar veremedim. Sen bu ülkede basketbol idarecisi olacaksın ve 12 yıldır yayın yapan ülkenin tek haftalık basketbol gazetesini kapandığını 10 ay boyunca fark etmeyeceksin sonra da pişkin pişkin haber yapmasını isteyeceksin. Aslında sevgili Ümit Avcı'nın anlattığı bu örnekler yayınların neden teker teker sona erdiğini açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor daha fazla örneğe ihtiyaç bırakmadan. Sözün özü güle güle 6. Adam sana da sahip çıkamadık tıpkı senden önce Basket Dergisi'ne, Fast Break'e, Pivot'a, Fanatik Basket'e sahip çıkamadığımız gibi. Bu ayıp bize yeter, yetmeli.